Ben!
İsmim lazım değil.
Halk arasında koca ahmak derler bana. Budalalık derecesinde
hayalperest ve iyimser olduğumu söylerler. Ne iş yaptığıma gelince; nerede ve
ne zaman olduğu önemli değil, kendime bir masa bulup, kurulurum ve başlarım
konuşmaya, dinlemek isteyen buyurur yanıma. Satıcı değilim. İyilik ve umut
dağıtırım. Çoğu kez kaçığın teki olduğumu sanırlar.
Beni delilerin arasına
yakıştıranlar, anlattıklarımı duyamayanlardır. Ah bir duysalar! Gözlerimin
gördüklerini görür, yürekleri yumuşar, yüzleri gülümserdi.
O sonbahar akşamı, karanlık handa oturduğum masa,
diğerlerinden farklıydı. Yalancılıktan, delilikten, ahmaklıktan bilgeliğe terfi
ettiğim masaydı. Tek başıma konuştuğum zamanlar, insanların dikkat eksenine
girdiğim anlardı. İşte o anlardan birini yaşıyordum. Hancılar bu geveze adama soğuk
güz akşamı, yiyecek bir şeyler getiriyordu. İki yorgun yabancının benim
sözlerime yan masadan kulak kabarttığını fark ettim. Özenle seçilmiş
kelimelerim ağzımdan süzülürken, yavaşça yaklaşıp masama misafir olmuşlardı bile.
Yabancıların yüreğindeki iyiliğin sızıntıları gözlerime vurduğundan, kalbimin
ritmi artıyordu. Konuştukça coşuyor, onlara baktıkça yüreklerinin benimle
beraber attığını duyuyordum. Bilge yanımı görmüştüm onlarda. Bu durum beni
mutlu ediyordu. Ben konuştukça iki ihtiyarın yüzleri hayretler içerisinde kalıyor,
göz bebekleri büyüyordu. Kirli vücutları kelimelerimin temizliğiyle arınıyor,
ruhlarında şaşkınlık duygusu yerine güven hissi hâkim olmaya başlıyordu. Bana inanmış,
umutları yeşermeye başlamıştı. O günden sonra benim sözlerimi tıpkı benim gibi
anlatmaya başladılar. Diğerleri de inandı onlara. Diğerleri ötekilere anlattı.
Ötekiler de inandı. Bu koca ahmağın ismi bu masada değişmişti bile.
Artık benim adım Rivayet ti.
KURU-VASAN
KURU-VASAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder